Korona Virüs (Covid-19) Sonrası Dünya’da Dijital ve Sosyal Dönüşümlere Dair Öngörüler
4 ayda dünyanın nereden nereye geldiğine hiç birimiz inanamıyoruz. Olayların akış hızına hiç birimiz hazır değiliz, hatta hayal gücümüz dahi kavramakta zorlanıyor. Birkaç hafta öncesinde “Korona” ifadesi ile kafiye ve kelime oyunları yapıp dalga geçen eş dost ahbabın marketlerde tuvalet kağıdı ve makarna kuyruğuna girdiğine, araya tanıdık sokup pratikte bir çoğu pek bir işe yaramayacak olan sıradan maskelerden bulmaya çalıştığına tanık oluyoruz.
Bu satırları yazdığım ülkede olaylar Türkiye’nin iki üç hafta ilerisinde seyrediyor. Şu an orada panik ve endişe varken burada bunun içselleştirilmiş bir hali var. 5 Mart itibari ile bütün çalışmalarımı eve taşıdım, oğlumuzu kreşe göndermeyi kestik ve o günden bugüne evin dışında geçirdiğin toplam süre üç saatten fazla değildir. Zaten olayların gelişinden nereye gideceğinin kokusunu alıp hem maddi hem manevi anlamda bir takım önlemler almıştık. Hatta birkaç hafta önce, olayların akışı esnasında bize abartılı gelen şeyler şu an bize çok normal hatta aradığımız günler gibi geliyor. Her geçen hafta bir öncekini aramaya başladık. İşbu yazıda, evde geçirdiğimiz zamanların ruh haline dair şeylerden bahsetmeyeceğiz. Onun yerine, Covid-19 salgını sonrası dünyaya dair bildiğim, gördüğüm, hayal edebildiğim kadarı ile bir takım öngörülerde bulunmaya çalışacağım.
Sağlık alanında bir konunun uzmanı değilim, o bakımdan virüsün doğasına dair bir bilgi ya da öngörü olmayacak. Aynı şekilde, ekonomi ya da politika-strateji gibi yine hakkında söz söylemenin uzmanlık gerektirdiği alanlarda da kahinlik yapmaya çalışmayacağım. Ancak, dijital dönüşüm konusunda yorumlar yapacak; akabinde de sosyal hayatta ne gibi dönüşümler olabileceğine dair projeksiyonlarda bulunmaya gayret edeceğim.
Dijital dönüşüm
İnsan doğası gereği anlayabileceğinden daha büyük bir şeyi parçalara ayırır ve o şekilde anlar. Esasen bir bütünün parçaları olan ve bir çoğu benzer kurallarla işleyen bilim dalları arasına sınırlar koymamız ve sonra o sınırları da yine daha küçük parçalara ayırmamız da yine bu eksikliğimiz yüzündendir. Aynı şekilde tarihi de dönemler halinde anlarken esasen diyalektik bir biçimde yavaş yavaş gelişen süreçleri dönemlere ayırmak zorundayızdır. Bir takım önemli olaylar da bu ayrımlar için kullanılır ve çağ açıp kapatan olay olarak zabıtlara geçer. Codid-19 vakası da kanaatimce geleceğin tarihçileri tarafından bu tarz bir çağ açıp kapatmada köşe taşı olarak kullanılmaya aday bir olaydır.
Şu an içinde yaşadığımız dönemin çağ açıp kapatmaya muktedir bir vaziyet ve vaka olarak görmemizin asıl sebebi şudur; gerçek dijital dönüşüm geniş kapsamlı olarak şimdiden sonra yaşanılacaktır. Yani şu ana kadar insanlığın dijital dönüşümü için bir çok imkan hazırken insanlar gerek alışkanlıkları, gerek ekonomik ilişkiler bu dönüşüme dair elde olan potansiyelin çok küçük bir kısmını kullanmamızla sonuçlanmıştı. Somut örnekler vermek gerekirse, eğitim ve öğretim faaliyetlerinden öğretim ayağının tamamen olmasa da çok büyük bir kısmını aslında fiziksel olarak bir mekanda toplanmaya gerek olmayan yapılabildiğini herkes yaşayarak hissetti. Zira bu yeni bir şey değildir, ekran paylaşmalı grup video chat en az 15-20 senenin teknolojisidir. Kaldı ki söz konusu sanal sınıfları kurmak için günümüz dünyasında bir evin altyapılarından biri olarak kabul edilen internet ile, hiç kimseye herhangi bir ücret ödemeden ya da en fazla ayda üç beş kuruşa satın aldığınız bir uygulama (Skype, Zoom, Google Class vs.) ile yapmak mümkün.
Her ne kadar her iş dalı için geçerli olmasa da ya da her iş erbabı bu konuda aynı derecede şanslı olmasa da, modern iş dallarından bir çoğunun uzaktan çalışmaya müsait yapısının varlığı çok uzun süredir bilinen bir gerçektir. Ancak, bunu çok sınırlı biçimde test etmiş olan insanlar genelde belirli bir istatistiğe ya da bilimsel verilere dayanmadan “verimsiz” olduğuna hükmetmişti ve bunu mecbur olmadıkça uygulamıyordu. Bunun en belirgin sebebi alışkanlıklardı. İnsanlar her gün evinden çıkıp başka bir mekana gidip tekrar evlerine dönme alışkanlığını hayatlarının bir parçası haline getirdikleri için bundan vazgeçmek istemiyordu. Bu mekânsal değişiklik hem insanın iş ve iş dışı yaşantısı arasında bir sınır çiziyordu, hem de sosyalleşme anlamında büyük bir potansiyele sahipti. Ancak yine de bir ofiste geçen yaklaşık 9 saatin büyük çoğunluğunda yapılan işin diğer insanlarla fiziksel olarak bir arada bulunmayı bir zorunluluk olarak gerektirmediğini şu an bir çok iş dalında görmüş olduk. Eminim bir çok durumda patronlar ya da yöneticiler “gözümün önünde olsun çalıştığını göreyim” mantığı ile iş yapıyordu. Ancak Covid-19 salgını sonrası dünyada özellikle de yeni nesil meslek gruplarında bu tecrübenin çok büyük bir imzası olacaktır ve insanlar (eğer halen varsa) ofislerini haftada en fazla bir gün ziyaret ederek mesleklerini icra edeceklerdir. Hatta günümüzde yaşadığımız tecrübenin bize öğrettiği şey şu devlet memurlarının bile ciddi bir kısmı esasen evden çalışabilir. Hatta bu yakınlarda İngiltere’de bir mahkemenin Skype üzerinden görülmesine hükmedildi ve görüldü de.
Yukarıda da belirttiğimiz üzre, her iş dalı bu çalışma modeline uygun değil. Yazılım geliştirici, borsacı ya da gazeteci evinden çalışabilir, amenna. Ancak duvar ustası “bugün evden çalışıyorum” deyip evine bir duvar daha mı örsün? Ya da diş hekimi evde eşinin, çocuğunun dişlerini mi tedavi etsin? Berber kimin saçını kessin evden? Özetle, kimi iş alanları için imkansız olsa da, bazı alanlarda kısmi de olsa mümkün olan bütün dönüşümlerin hayata geçirileceğini düşünüyorum. Bu konuda farklı iş dalları için farklı zaman dilimlerinde dönüşüm biçimleri olacak. Bir başka deyişle, bazı alanlar için bir takım dönüşümler oldukça kısa vadede gerçekleşebilecektir. Örneğin, market alışverişi yapabilmek için markete gitmek gerekmediğini, ya da yemek sipariş etmek için içinde masa sandalyeleri olan bir restoran olması gerekmediğini toplum bizzat tecrübe etti. İleride siparişleri ışıklar içinde raflara dizilmiş mekanlardan değil kolilerin üst üste yığıldığı yarı karanlık bir depodan tüketiciye ulaştıran marketlerden verecek. Ya da sadece bir mutfaktan ibaret ve sadece paket servisi ile çalışan bir hazır yemek endüstrisinin ne derece büyüyeceğini hayal bile etmek için kahin olmaya gerek yok. Aynı şekilde, kataloğa dayalı alışveriş hemen her perakende alanında standart haline geleceği gibi bütün bu alt yapıyı sağlayacak olan teslimat endüstrisinin belki de tarihin en üst seviyesine çıkacağını görmek de zor değil.
Buna karşın bazı alanlarda da bu dönüşümler otomasyon teknolojilerinin gelişmesi ile insanlı işlerin makinelerle becayiş edilmesi durumunu beraberinde getirecektir. Örneğin, bir berberin yaptığı işi yapacak olan bir makine günümüz teknolojisi ile mümkündür, çok rahat yapılabilir. Sadece bu alandan para geleceğini görmeyen girişimciler teşebbüs etmediği için, yatırımcılar para yatırmadığı için ve teknoloji uzmanları gerekli zaman ve enerjiyi ayırmadığı için bu gereçlere sahip değiliz. Ancak bu ileride de bu alanın bu şekilde kalacağı anlamına gelmiyor. Aynı şekilde fabrikalardaki üretimden belki diş tedavisine kadar sayısız alanda hizmet alacağımız makinelerin üretimine dair çok daha fazla girişimin olacağını söyleyebiliriz.
Bu arada, bir önceki paragrafta e-ticaret konusuna değinmişken, genel olarak e-ticaret çok büyük bir önem kazanacak. Şu an örneğin, evimizden çıkamadığımız halde internetten alışveriş yapabiliyoruz ve kapımıza kadar geliyor. Bu bir yenilik değil, tıpkı video konferans gibi en az 20 yılın teknolojisi. Ancak, burada kazanılan alışkanlık, toplumun sadece genç ya da öncü kesimleri tarafından tecrübe edilmiş olan bu konu toplumun her kesimi tarafından tecrübe edilecek. Daha da önemlisi, bir süre mecburi olarak tecrübe edilen bu kavramın alışkanlığa dönüşmesi çok zor olmayacaktır diye düşünüyorum. Kaldı ki, şu zor günlerde dahi neredeyse eksiksiz çalışan lojistik altyapısı ise bu alanda kendini geliştirmiş ve belki de daha fazla personelle Covid-19 salgını sonrasında da hizmet vermeyi sürdürecektir. Tabi lojistik alanında da otomasyonun bir yeri olmaya başlayacağını söylemek mümkün.
Tabi ki, e-ticaretin gelişmesinde bir de madalyonun öbür yüzü var, o da geleneksel dükkanların bir çoğunun eskisi kadar talep almayacağıdır. Yani, burada sadece mahalledeki bakkaldan nalburdan bahsetmiyorum, yukarıdaki örnekte de olduğu gibi marketler hatta AVM’ler bile topun ağzında. Buna karşın, yeni düzeni bir an önce kavrayıp insanlara sağlam bir katalog üzerinden online alışveriş yaptırıp ürünü evine getirme düzenine geçebilen firmalar ise bu işten değil zarar etmek, karlı dahi çıkabilir. Özetle, her dönüşüm sürecinde olduğu gibi adapte olabilenler kalırken adapte olamayanlar bu işten zararlı çıkacaktır.
Bu dönemin, eğitim ve öğretimde de etkileri farklı olacaktır. Az evvel bir sosyal medya gerecindeki (Instagram) bir paylaşımda, doktora tez jürisinin uzaktan yapıldığına dair birinci elden bir paylaşıma tanık oldum. Asıl sıkıntı, yukarıda da bahsettiğim gibi 20 sene öncesinin teknolojisi ile de bunlar yapılabilirken, şu güne kadar halen yapılmıyor olmasıdır. Bütün bu imkanlara rağmen uzaktan eğitimin çok ama çok kısıtlı olarak, çok az sayıda program için yapılıyor olmasıdır. Aynı şekilde, bütün bu tez çalışmalarını sadece elektronik olarak YÖK’ün tez veri tabanına yüklemek varken neden istisnalar hariç bir daha kimse tarafından okunmayacak olan bir fiziksel kopyayı bir kütüphanenin derinliklerine savurulmak üzere bir sürü baskı yapmakla uğraşıyoruz ki? Buna harcanan kağıt, mürekkep, elektrik hepsi zarar ziyan ama gel gör ki alışkanlıklar kolay değişmiyor. Üstelik insanların alışkanlıklarını değiştirmesi daha kolayken kurumların alışkanlıklarını değiştirmesi daha da zor.
Şu an okuyucudan gelen “o tezi basan ozalit dükkanlarında, matbaalarda çalışan insanlar taş mı yiyecek?” sorusunu duyar gibiyim. Bu da dijital dönüşüm için eldeki potansiyelin neden kullanılmadığına dair ikinci bir temayı getiriyor; ekonomik ilişkiler. Bugün beyaz yakalı işlerin en az üçte ikisini belki daha da fazlasını uzaktan yapabileceğimizi gördük. Bu aşamada, yapabilen herkes evinden çalışsa idi, şehir merkezlerindeki (İstanbul için Maslak ya da Londra için Canary Warf) gibi yerlerdeki ofisleri kime satacaklardı? Oradaki insan kalabalığına yemek satan mekanlar, taşımacılık yapan firmalar, metro vs. gibi altyapı döşeyen belediye şirketleri hatta onlara yakıt satan enerji firmaları diye silsileyi genişlettiğiniz vakit devasa bir ekonomik örüntünün insanların her gün bir yerden bir yere gitmesi esası ile çalıştığını göreceksiniz. Kaldı ki, dışarı daha az çıkan insanları giyim, kozmetik, aksesuar gibi tüketimlerinin minimuma ineceğini de hesaba katmamız gerek. Mesela ben günlerdir pantolon gömlek giymedim, ayakkabı giymedim. Sadece pijama ve terlik ile oturuyorum; yüzümdeki sakal uzunluğu 1.5 cm.’nin üzerine çıktı ve kesmek için herhangi bir motivasyonum yok. Toparlarsak, esasen insanların kamusal alanları daha az kullanmaya başlaması çok büyük bir ekonomik dönüşümü de beraberinde getirecektir.
Dijital dönüşümün ekonomik ve toplumsal etkilerine girersek çıkamayız. Bu konuda Yuval Noah Harrari’nin öngörülerini kıymetli buluyorum. Özetle bu sürecin bir toplumsal sıkıntıyı da beraberinde getireceği bir gerçek ve Covid 19 salgını bu süreci daha da hızlandıracaktır. Hatta bu dönüşümün özellikle otomasyon alanındaki dönüşümü hızlandırıp pek çok insan gerektiren iş dalını ortadan kaldırması durumu ise çok daha büyük sosyal sorunlara neden olacaktır.
Her ne kadar dezavantajları olsa da ben bu dönüşümün genelini uzun vadede negatif görmüyorum. Genel olarak teknolojinin insanlar için bir distopyaya neden olacağına itibar etmiyorum. Ancak insanlığın yüz yüze geldiği bilinen en büyük sorun olan küresel ısınmanın en büyük sebeplerinden biri karbon salınımı meselesinde çok büyük bir adım atılabilir, hatta istemeden de olsa kısmi olarak atıldı bile. Bunu doğayı insanlaştırılmış biçimde kavramlaştırarak “bilinçli bir şekilde” yaptığını düşünenlerin sayısı az değil, hatta benim de inanasın gelmiyor değil. Gerek kişisel araç kullanımı, gerek toplu taşıma kullanımı özellikle günlük işe ve okula gidiş gelişlerin yarı yarıya azaldığı bir ortamda karbon salınımı haliyle düşecektir. Aynı şekilde, insanlar bu süreden tasarruf etmek adına şehir merkezlerinde toplanma alışkanlıklarından da vaz geçecektir. Zira ben olsam haftada sadece bir gün ofise gitme zorunluluğum olsa İstanbul’da değil Bolu’da, Zonguldak’ta, Edirne’de hatta Bilecik’te oturmayı düşünebilirdim. Belki dolaşımda olan insan sayısındaki azalma, bir diş hekimi ya da duvar ustası gibi iş icra edeceği yere gitmek zorunda olan kesimlerin yolculuklarını çok daha az zaman alır hale getirmesi ve çekilebilir kılması hasebiyle, dolaylı olarak katkı sağlayacaktır.
Toparlarsak, Covid-19 salgını ile evlere kapanma tecrübesinin en belirgin ve çabuk hayata geçecek olan etkisi dijital dönüşüm için var olan potansiyelin harekete geçirilmesi olacaktır. Bunun da etkisi gerek enerji tüketimi, gerek karbon salınımı konularında insanlığın yararına olacaktır. Buna karşın dijital dönüşümün olumsuz olarak etkileyeceği çevreler için ise öngörülen kimi sosyal ve ekonomik sıkıntıların beklenenden daha hızlı bir biçimde ortaya çıkmasına neden olabilir.
Tüketim alışkanlıklarındaki dönüşüm
Covid-19 salgını sonrası sürecin bir başka etkisi de insanların tüketim alışkanlıklarındaki değişim ve dönüşüm olacaktır. Ben kendi adıma, haftalardır evde kalıp sadece temel gıda maddesi tükettiğimiz şu günlerde bir yandan da ne kadar lüzumsuz şeye para verdiğimizi, lüzumlu şeyleri ise ne kadar savurganca kullandığımızı fark ettim. Ne kadar çok şeyi israf ettiğimizi fark ettim. Aynı şekilde, hiç tüketmediğimde de hayatımda bir eksikliğini duymadığım pek çok şey olduğunu fark ettim. Kendi adıma şundan eminim, bu süreçten sonra; yani market raflarının dolup sokaklarda özgürce dolaştığımız zamanlarda da artık almayacağım, tüketmeyeceğim, bir tanesi varsa ikincisini almayacağım o kadar çok şey var ki. Bu virüs bu konuda gereken içsel dönüşümü yaşaması için insanlara bir fırsat tanıdı; her ne kadar böyle bir muradı olmasa da. Elbette ki, herkesin üzerinde aynı etkiyi yapacağı yönünde bir kaide yok ancak benim kendi yaşadığım bu tecrübenin benzerini pek çok kuşakdaşımın da yaşadığını düşünüyorum.
Tüketim alışkanlıklarındaki bu değişimin bir diğer boyutu da insanların doğaya karşı duyarlılığının artması biçiminde olacaktır. Şöyle ki, bugüne kadar insanoğlu gerek modernite gerek modern sonrası (postmodern) süreçte kendisinin doğayı yendiğini ilan etmişti ve bunun gururu ile hoyratça davranma hakkını kendisinde görüyordu. Birşeylerin tarihi ile, nereden geldiği ile nereye gitti ile ilgilenmiyordu. Tatile gittiği oteldeki halının rengi, evdeki mutfak dolabının kulpları ya da arabanın hiç açmayacağı güneş tavanı için sarf ettiği çaba ve motivasyonun yüzde birini içinde yaşadığı dünya, doğa, insan haricindeki canlılar için harcamıyordu. Gel gör ki, yarasa denilen gariban bir hayvanın üzerinde semiren; bakteriden bile çok daha ufak, canlı olup olmadığı bile kimi çevrelerde tartışılan bir virüs bir anda kendini dünyanın efendisi sanan insanoğlunun hayatını zindan etmek için yeterli oldu. Buradaki hayatını zindan etmek deyim değildir, zira zindan kavramının mantığı da kişilerin özgürce dolaşamamaları fikrinden doğar. Bir başka ifadeyle, ufacık bir mikrop bize fena halde haddimizi bildirdi. Buradan da çevresine duyarlı ya da duyarsız herkes bir ders, bir nasihat alacaktır illa ki. Yaban hayatına, o hayvanların yaşam alanlarına girmemek gerekiyor olduğunu acı bir şekilde tecrübe ettik. Kötü olan şu ki, insanlar kolayca ders çıkarır ancak toplumlar insanlar kadar kolayca ders çıkaramayabilir. Yani, nesiller değişince de bu ders halen geçerliliğini korur mu emin değilim. Bu bilinci diri tutmak da bizlerin vazifesidir.
Sosyal İlişkilerdeki Dönüşümler
Bu eve kapanma, sokak üzeri dükkanlar yerine uzaktan alışveriş kültürünün gelişmesi, bazı iş dalları için fiziksel varlık yerine uzakta çalışabilme bir takım imkanlar gibi görünse de bir yanda da sosyalleşmenin, en azından bildiğimiz klasik anlamdaki sosyalleşmenin önünü kapatacaktır. İnsanlar daha çok evlerinde yaşayan, gerekmedikçe dışarı çıkmayan ve sosyal kontağı az, belki biz ve bizden önceki nesillere kıyasla daha asosyal olacağını varsaydığım nesiller olma ihtimali var. Tabi, sonuçta insanoğlundan bahsediyorsak, kendine illaki bir yol bulup şu an bilmediğimiz daha farklı sosyalleşme biçimleri keşfetme olasılıkları epeyce yüksek. Hatta bu yöntemin günümüzdeki anlamıyla bir sosyal medya olmama ihtimali de var. Ama bir yandan da fiziksel kontak, göz teması gibi konular sadece ses ve görüntünün iletiminden çok daha fazlasıdır.
İnsanların hijyen bilincinin uzunca bir süre kaybolmamak üzere bayağı yüksek bir mertebeye çıkacağını söylemek mümkündür. Türkiye dışında yaşayan ve farklı toplumlardan farklı ülkelerden insanlarla bir arada uzunca bir süre yaşamış bir kişi olarak, ortalama bir Türkiye insanının Avrupa ortalamasından açık ara daha hijyenik olduğunu söyleyebilirim. Hatta bazı ülkelerin insanları için “tiksinmek nedir bilmedikleri” biçiminde genellemeler yapsam başım ağrımaz. Şimdi o insanların da geçmişe kıyasla sadece birkaç hafta içerisinde çok daha hijyenik bir hale geldiğini bizzat gözlemledim. Aynı şekilde toplu taşıma araçları, kafeler, restoranlar vs. gibi insanların temas ettiği yerlerde de hijyenin üst seviyeye çıkması bir zorunluluk haline gelecektir. Bu güzel bir etki gibi duruyor. Bu sadece salgınlar için değil, bulaştığında bir hafta boyunca rahatsız eden grip ve nezle gibi daha basit hastalıkların da yayılma hızını azaltacaktır.
Tıp ya da sağlıkla alakalı başka bir alanın uzmanı olmasam da yukarıda bahsettiğim iki dönüşümün bir başka yan etkisi olabileceğini de düşünüyorum. O da şu ki, evinden daha az çıkan, daha izole ve hijyenik hayatlar yaşayan insanların bağışıklıklarının da zamanla düşüp bünyelerinin daha kırılgan hale gelme ihtimalleri var ki o da yeni salgınlara davetiye çıkaran bir konu olabilir. Söylediğim gibi, bu konunun uzmanı değilim, sadece beyin fırtınası yapıyorum.
Sosyal anlamda bir diğer etkisi de tokalaşma, öpüşme, el öpme gibi saçma sapan geleneksel alışkanlıkların ortadan kalkma ihtimalinden söz edebiliriz. Tokalaşma dediğiniz şey, muhtemelen insanın çok ilkel bir dürtüsünden ileri gelen bir şey ve elinde karşıdakine zarar verecek bir şey olmadığını göstermek için kullanılan dürtüsel bir şey olsa gerek. Bu türden alışkanlıkların hayatımızdan çıkacak olduğunu görmek zor değil. Kaldı ki, düğün, cenaze gibi insanların çok fazla bir araya geldiği ortamların da giderek daha az katılımla yapılacak olması da uzak bir ihtimal değil. Aynı şekilde, genelde insanların bir araya gelmesi fikrine dayanan kutsal mekanların aslında o kadar da kutsal olmadığı, tam aksine pek çok mikrobun yayılma alanlarından bir diğeri olduğunun herkes tarafından kabulü de çok sürmeyecektir. Kaldı ki, türbe ve yatır ziyaretleri gibi yarı pagan ibadet biçimlerinde ise herkesin bir taşı öpmesi, aynı tasla su içmesi gibi zırvalıkların da ortadan kalacak olmasına sevinmiyor değilim. Zaten bu konularda ısrarcı olanlar özellikle de belirli bir yaşın üzerindeki nesiller, biraz acı olsa da, doğal seleksiyona uğrayacak oldukları için bu alışkanlıklar eninde sonunda terk edilecektir.
Uzun lafın kısası, dünya eski dünya olmayacak. Naçizane öngörülerim bu yönde ve her öngörü gibi birebir gerçekleşmesi sadece şans eseridir. Bakalım bizi yakın ve orta vadede neler bekliyor.