Hangi dil daha zordur?

Son günlerde moda olan, hatta yavaş yavaş demode olmaya yüz tutan küreselleşme olgusunun günümüz toplumunun üzerindeki etkilerinden biri olacak ki, insanlar yabancı dil öğrenmeye karşı eskiye nazaran çok daha ilgililer. Hatta ve hatta dil bilmek, dil öğrenmek, günümüzde “kültürlü insan” kavramının da vazgeçilmez nitelikleri arasında sayılıyor. Fakat insanların öğrenecek yabancı dilin seçimi konusunda doğru kriterleri referans aldığını söylemek zor.

Şu lafı çok duyarım “filan dil çok zormuş, halbusim falancası daha kolaymış”. Bu cümlenin içeriği de en az duyuşu kadar boş ve anlamsızdır. Kişisel kanaatime göre de, bütün diller eşit zorluktadır. Hiçbir dil diğerinden zor ya da kolay değildir.

Buna savımı destekleyecek en büyük kanıt şudur; ortalama bir birey eğer kendi ana dilini aşağı-yukarı aynı yaşlarda öğrenebiliyorsa ve bu bütün insanlık için geçerliyse; demek ki aralarında çok da bir fark yok. Örneğin, inanılan en büyük efsanelerden biri, Çince’nin çok zor olduğudur. 5 yaşında Çinli bir çocukla 5 yaşındaki Türk bir çocuğu (tabi anne babanın eğitim durumu, ortalama ekonomik gelir, zeka düzeyi vs. gibi değişkenleri de aynı kabul edersek) kendi dilini rahatlıkla konuşabilir ve dağarcıklarında da aşağı yukarı eşit sayıda sözcük vardır. Aradaki ufak tefek farklar da toplumsal (ya da bireysel) farklılıklardan kaynaklıdır.

Dillerin eşit zorlukta oldukları konusunda ne kadar ikna edici oldum bilemiyorum ama bu çıkarımları bir kenara bırakıp, “Çince zor bir dildir” cümlesinin (ve de yazımızın) ana temasını oluşturan “Çince öğrenmek çok zor bir iştir” kısmına gelelim. Bu ifade de yine tamamen göreceli bir durumdur ve kişiseldir. Bir dili öğrenmede kişinin karşılaşacağı zorluk, kişinin bilgi düzeyi, ana dili, bildiği diğer diller vs. gibi kavramlardan etkilenir. Bütün bu kavramları teker teker ele almak istiyorum.

1. Dil öğrenmek kişinin anadilinden etkilenir. Bildiğimiz gibi ana dili, annenin dili ya da o ülkenin dili olmaktan öte, kişilerin hayatında ilk öğrendikleri dildir ve o kişinin yaşamında çok önemli bir yer teşkil eder. Bu konuda Chomsky‘nin çok önemli çalışmaları vardır. (bkz. Chomsky, Noam – Language and Mind; Cambridge University Press – 1986) Anadili, sadece bilinen herhangi bir değil, bir anlamda kişinin düşünceyi organize etme şeklidir. Çünkü bireyler konuşmayı ve dinlemeyi sadece ana dilleriyle öğrenirler. Dolayısıyla, bireylerin başka bireylerle iletişime geçtiği bu en erken zamanlarında, düünceyi organize ederken ana dilin bütün morfolojik özellikleri zihinde yer tutar. Örnek vermek gerekirse, anadili Türkçe olan bir çocuk, okula giden kardeşini düşünürken önce kardeşini, sonra okul yolunu, daha sonra ise onun hareket ettiğini düşünür ancak; aynı yaşta bir İngiliz, önce kardeşini, sonra hareket eden kardeşini, sonra bu hareketi okul yolunda yaptığını düşünür.

Ana dilin morfolojik özelliklerinin bu derece etkili olduğu bir ortamda, anadili kişilerin bir dili öğrenmesinde ön önemli anahtardır. Morfolojik olarak kendi anadiline daha yakın olan dilleri öğrenmek, uzak olan dillere göre daha zordur. Örneğin; anadili İspanyolca ve Türkçe olan kişiler için İtalyanca öğrenmek, -takdir edersiniz, eşit zorlukta değildir. İspanyol olan çok daha hızlı öğrenecektir. Aynı şekilde, Tatarca öğrenmek isteyen bir İspanyol’a göre de Türkçe bilen bir kişi, kuşkusuz çok daha avantajlı bir başlangıç yapacaktır. Çince’nin batılı bir insana zor gelmesinin en temel sebebi de işte budur.

2. Dil Öğrenmek kişinin bildiği diğer dillerden de etkilenir. Ana dili kadar etkili olmasa da, kişilerin bildiği yabancı dillerin dağarcıklarının (vocabulary), az da olsa morfolojik özelliklerinin, kişi üzerinde etkisi vardır. Örneğin; İngilizce bilen bir Türk’ün, Almanca’yı , İngilizce bilmeyene göre daha hızlı öğrenebileceği söylenebilir. Çünkü, morfolojik yapı itibariyle benzemektedirler.

Almanca ve İngilizce için geçerli olan bir diğer husus ise, morfolojiden öte, dağarcıktır. Aslında, bu sadece yabancı diller için değil, ana dili için de geçerlidir. Yani kişinin bildiği dillerin (ana dili, yabancı dil farketmez) dağarcıklarına yakın olan dilleri öğrenmek uzak dillere göre daha kolaydır. Bu duruma örnek olarak, İngilizce – Almanca örneğinin dışında, Türkçe-Fransızca da gösterilebilir. Morfolojik olarak benzememelerine rağmen, Türkçe Fransızca’dan çok fazla sözcük devşirmiştir ve bu durum Fransızca öğrenmeyi bir Türk için, bir Japon’a göre daha kolay hale getirir.

3. Necessity is the most powerful tutor. Dil öğreniminde bu ifade çok büyük geçerlilik teşkil eder. Eğer bir dili öğrenmeye mecbursanız, onu inanılmayacak kadar kısa sürelerde öğrenebilirsiniz. Bunun en iyi örneği, dilini bilmediği bir ülkeye giden (daha doğrusu orada bulunmak zorunda olan) insanların dil öğrenmedeki hızlarıdır. Hepimiz hatırlarız Almancı Türkleri. Almanya’ya gidince orada Almanca bilmemenin sıkıntısını çok derinden yaşamışlardı. Çünkü Almanca bilmemek demek, dünyanın öbür ucunda, kimseyle konuşmadan yaşamak zorunda olmak demekti ve bu yüzden insanlar için hayati öneme sahipti. Almanya’ya giden Türkler içinden kısa sürelerde Almanca konuşur hale gelenlerin varlığı biliniyor.

Bu belki en güzel yöntem, fakat dil öğrenme süreci sistematik olarak yürütülmezse çok maliyetli olabilir. Maliyetten kastım zamandır. Belki kısa sürede bir Alman’a “selamın aleyküm” diyecek kadar Almanca öğrenilebilir ancak uzun vadede, doğru dürüst gramer ve vocabulary çalışması yapılmazsa o dili konuşma kabiliyeti olduğu yerde kalacaktır. Yani dil öğrenmek için en uygun yol, mecbur kalmak ve bu dili kitaplardan da öğrenmeye devam etmek.

Toparlarsak, dillerin zorluğu  büyük ölçüde göreceli bir olgudur. Bazı dilleri öğrenmek bazılarına kolaydır. Dil öğreniminde, eğer mecbur değilseniz ve sadece zevkine dil öğrenmek niyetinde iseniz, ana dilinize ya da bildiğiniz diğer dillere yakın dilleri seçmek mantıklı bir yol olarak görünüyor.

2 Comments

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.